Site icon İlker Girit

Marmaray’daki şüphelinin çantasından çıkanlar

Aşağıda anlatılanlar yaşanmış bir olayın hikayeleştirilmesidir.

Bugün, Marmaray’ın Yenikapı İstasyonu’ndan trene binip Üsküdar’a geçiyordum. Saat 15:10’da istasyonun zemin katına indim ve treninin duracağı yere doğru ilerlemeye başladım. Oraya varmadan, önümdeki kişinin istasyondaki çöp kutusunu karıştırdığını gördüm. Onu fark ettiğim anda işini bitirmiş ve yürümeye başlamıştı. Giyim kuşamına baktığımda, siyah bir spor ayakkabısı, üzerinde siyah pantolon, siyah kapüşonlu hırka ve siyah sırt çantası vardı; uzun saçlıydı, gözlük kullanıyordu ve elinde beyaz bir poşet vardı. Şüpheli birine benzemiyordu ama çöp kutusuyla bu kadar haşır neşir olması, hem de metroda, neden?

Bir kaç saniye sonra, çöp kutusunun yanındaydım. Baktığımda, kağıt öğütme makinesinden geçmiş bir yığın gazete kağıdı, üzerinde bir karton kutu ve içerisi de aynı şekilde öğütülmüş kağıtlarla doluydu. İçerisinde bomba olabilir miydi? Bomba değilse o zaman bu kişi bu kağıt yığınını neden metro istasyonundaki çöp kutusuna koydu? Ne yapmalıydım? Polis? 155? Telefon çekmiyor? İstasyonun güvenlik görevlisi? Gereksiz yere telaş mı olurdu? Yoksa bir kahraman mı olurdum? Aklımdan geçen tüm bu sorulardan sonra, o kişiyi takip etmeye karar verdim. Şüpheli hareketleri varsa güvenliğe haber verebilirdim.

Gözden kaybolmadan hızlıca yaklaştım. Tren gelmişti. Trene bindi. Binerken de saatine baktı. Ben de hemen arkasından bindim. Oturacak boş yer yoktu, ayakta beklemek için vagonlar arasındaki bağlantının olduğu boşluğa ilerledi, ben de hemen üç adım arkasındaydım.

Ne de olsa onun gözünde herhangi biriydim. Artık ayakta karşılıklı duruyorduk. Elimde bir kitap, dergi ve ajanda vardı, onlarla birlikte hırkamı tutuyordum. Diğer elimde cep telefonum, onunla oyalanıyormuş gibi yapıyordum. Tam da bu sırada bağırarak “gençler! amcaya yer verin” diye çıkıştı. İlk anda ne olduğunu anlayamadım. Kafamı sola çevirdiğimde gördüm ki, ayakta bekleyen yaşlı bir amca ve yaşlılar için ayrılan yere oturmuş iki genç vardı. Açıkçası böyle bir çıkış beklemiyordum ondan.

Tren hareket ettiği andan itibaren çaktırmadan süzüyor, hareketlerine bakıyordum. Trenin hareket yönüne doğru bakıyorken, bir anda arkasını dönüyor, etrafı izliyordu. Genel görünüşü iyiydi. Yani canlı bomba olabilecek emareler yoktu. Telaş, heyecan, ter vs yani. Eğer böyle bir emeli varsa da oldukça profesyonel olmalıydı. Benim odaklandığım nokta ise elinde tuttuğu beyaz mahalle marketi poşetiydi. Poşetin üzerindekileri okuyabilirsem, nerede oturduğunu öğrenebilirdim. Belki bu bir ipucu olurdu. Fakat daha dikkat çekici bir şey buldum. Poşetin içinde başka bir paket vardı. Paket kahverengi koli bandı ile sıkıca bantlanmış. Sanki hiç açılmayacak gibi. İkinci bomba olabilir miydi bu? Haberlerde gördüğümüz uyuşturucu paketlerine de benziyordu. Bunları düşünürken Sirkeci durağına gelmiştik. Ben bir sonraki durakta inecektim. Ama şüpheli kapıya doğru yöneldi. Karar vermem için 10 saniyem vardı. Sonra kapı kapanacaktı.

Güvenlik görevlilerine haber vermeyen ben, içim içimi yiyor, sorumluluk hissetmeye başlamıştım. Ya gerçekten kötü bir niyeti varsa? Ortalığı bir birine katmaktan da çekiniyordum. Artık tek yol vardı. Takibe devam. 

Trenden indim ve şüphelinin gittiği yönde, peşinden gitmeye başladım. Yürüyen merdivenlerden çıkarken aramıza bu kez fazlasıyla mesafe koymuştum. Keza, trenden indikten sonra göz göze geldiğimiz bir an olmuştu. İstasyon içerisinde yürürken, duvardaki reklamları izliyormuş gibi yapıyordum. Son yürüyen merdivenden çıkarken hareketlerine baktım. Devamlı olarak sağ ayağını hafifçe kaldırıp ucunu yere vuruyor, sağ eliyle tuttuğu yürüyen merdiven tutacaklarında parmaklarıyla hareketler çiziyordu. Anlaşılan zamanla ilgili kaygıları vardı. Bir yere yetişmeyi planlıyor gibiydi. Ya da bombanın patlamasına çok az kalmıştı.

Sirkeci istasyonundan yer yüzüne çıkmıştık, tarihi Sirkeci Tren Garı’ndaydık. Elimde henüz somut bir delil yoktu. Şüpheli de elini kolunu sallayarak geziyordu. Oradan Gülhane Parkına doğru yöneldi. Bu takip benim için masraflı olmaya başlamıştı, keza fazladan kaç kalori yakmıştım kim bilir?

Artık takip yer üstüne çıkmıştı ve kalabalık azalmıştı. Bu da benim daha dikkatli olmam gerektiği anlamına geliyordu. Sokak aralarından geçiyorduk, etrafta 5-10 kişi var yok. O nedenle, olabildiğince geriden takip ediyordum. Ta ki tramvay yoluna çıkana kadar. Tekrar kalabalıklaştı etraf. Bu kez gözden kaybetmiştim ki, siyah çantasından tanıdım. Bir alışveriş hanına giriyordu. Tramvay yolunun diğer tarafındaydı, tramvay geliyordu, o sırada geçemezsem tamamen kaybedecektim. Koşmaya başladım ve yolu geçip doğrudan hanın kapısından içeri atlad—.

Tam atlıyordum ki, milisaniyeler içerisinden şunları düşündüm: Bu bir tuzak mıydı? Han kapısının arkasında beni mi bekliyordu? Metro veya sokak değil burası, tamamen bilmediğim kapalı mekan. İçeri girersem sağ çıkabilecek miyim? Beni durdurup sorarsa niçin o hana girmiştim? Ama o son adımı atmıştım artık, sağ ayağım kapının iç tarafında yere basmak üzereydi. İçeride güneş ışığı olmadığından, gözlerimin alışması da yarım saniye kadar sürdü. Artık bedenen ve ruhen herşeye hazırdım. Beni yakalayabilir, sorguya çekebilirlerdi. Her soruya bir yanıt getirebilirdim.

Tedirgin olduğum hiçbir şey başıma gelmemişti ama şüpheli neredeydi? Hanın giriş katını dolaşmaya başladım. Evet!  Gördüm onu. Bir fotoğrafçıya giriyordu. Girdi. Fotoğrafçıdaki çalışan arkadaşı olmalıydı çünkü sarıldılar. Bunları izlerken aklıma geldi. Dükkanın camlarından böyle saf saf onları izlememeliydim. Hemen karşı vitrine geçtim. Fotoğraf makinelerine bakmaya başladım. Tabiki makinelere değil, camdan yansıyanları izliyordum. Ap açık görünüyordu. Elindeki poşeti arkadaşına veriyordu. Anlaşılan bunlar işbirlikçi. Paketi çıkarıp üzerinde bir şeylere bakıyorlardı ama net olarak göremiyordum. Risk almam lazımdı. Yoksa asıl meseleyi kaçıracaktım. Onca kovalamaca boşa gidecekti.

Sakin hareketlerle bulundukları dükkanın camına doğru yaklaştım. Vitrinde çeşit çeşit fotoğraf makineleri ve tripodlar vardı. Neden orada olduğuma karar verdim. Ben de bir fotoğrafçıyım ve fotoğraf çekerken kullanacağım uygun tripodlar arıyordum. Neden orada olduğum kesinleştiğine göre rahat rahat izleyebilirdim olanları.

Şüpheli şahıs poşetten çıkardığı paketi tezgahın üzerine koydu. Arkadaşı tezgahın arkasından çıkardığı maket bıçağı ile paketi açmaya başladı. O kadar iyi bantlanmıştı ki açmak zaman aldı. Yavaş yavaş düğüm çözülüyordu. Artık somut bir delilim olacaktı ve tüm İstanbul Emniyetini buraya dökebilirdim. Fakat paketten ne çıksa beğenirsiniz. Bir fotoğraf makinesi. Tam bir hayal kırıklığı oldu benim için. Onca kalori ve binlerce milisaniye boşa gitmişti. Ama! Durun bir dakika. Bu, fotoğraf makinesi görünümlü bir bomba olabilir miydi? Olabilirdi. Bilmiyorum.

Bu macera böylece sonlandı. Ben ise Üsküdar’a yerin altından 5 dakikada geçmek gerine; vapurda çay-simit yaparak geçiyordum. Hatta vapura binmeden önce, iskelede beklerken bir instagram fotoğrafı çekmem de kısa günün karı oldu.

Vapurdan inerken, bu macerayı nasıl yazıya dökebilirim diye düşünüyordum. Vapur iskeleye yanaşmıştı ben de merdivenlerdeki kalabalıkla birlikte kapının açılmasını bekliyordum. O sırada hemen önümdeki kişinin elinde, en az 400 mm lensi olan bir fotoğraf makinesi vardı. Ne güzel dedim içimden. “Senin onla çektiğin fotoğrafları ben cep telefonumla çekiyorum. Hem, fotoğraf çekmek, açıyı yakalamaktır.” Ben bunları düşünürken kapı açıldı ve yürümeye başladık, bir şey fark ettim. Fotoğraf makinesini tutan kişinin üzerinde siyah sırt çantası, siyah pantolon, siyah kapüşonlu hırka vardı!

Kim kimi takip ediyordu?


Yazıyı okuduktan sonra…

Exit mobile version